Bu yazı 12.06.2022 tarihinde yayınlanmıştır.
* Alper TAN / SDE Başkan Yardımcısı
ABD ve Avrupa'nın önde gelen devletleri sözde ortak ve müttefik olarak gösterdikleri fakat esasta hasım olarak gördükleri Türkiye'yi, istikrarsızlaştırmak ve zayıflatmak için çeşitli terör örgütlerini taşeron olarak kullanarak hedeflerine ulaşmak istediler. Bu taşeron terör örgütleri ile mücadele etme sürecinde Türk Silahlı Kuvvetleri diğer orduların sahip olmadıkları inanılmaz bir tecrübe kazandı. Türkiye, ekonomik olarak arzu ettiği noktaya ulaşamasa da ordusu ve diğer güvenlik kurumları yönünden Batı dünyasının çok çok önüne geçmeyi başardı. Bu durum rakipleri karşısında Türkiye'nin üstünlük kazanmasına zemin hazırladı.
Türk halkı bütün bu olup bitenleri sabırla ve sakince takip etti. Sözde müttefik olarak görünen bazı devletlerin Türkiye'ye karşı nasıl bir düşmanca plan ve hedefler peşinde olduklarını açıkça görmeye başladı. Bu da Batı dünyasına olan toplumsal güveni ortadan kaldırdı. Amerika Birleşik Devletleri'nin gerçek yüzü ortaya çıktı. Avrupa Birliği'nin önde gelen devletlerinin düşmanca tavır ve davranışları sebebiyle Avrupa Birliği'ne üyelik, Türk halkının, Türk hükümetlerinin stratejik hedefleri olmaktan çıktı. Ankara, çok kutuplu ve çok taraflı ilişkiler geliştirerek ülkenin Batı'ya bağımlı ve mecbur kalmasını sağlayan şartları ve dengeleri değiştirdi. Böylece bağımsızlığını güçlendirerek tercihlerini hızla geliştirdi. Bu durum Ankara'nın elini güçlendirdi ve Batı'nın meydan okumalarına karşı direnme, oyun bozma ve hatta alternatif bir küresel oyuncu olma kabiliyetine kavuşması sonucunu doğurdu.
ABD ve ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin içi boş sahte kurgularla başlattıkları Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) fiyasko ile sonuçlandı. 2001 yılında başlatılan Afganistan işgali, Batı açısından rezil bir akıbet ve onur kırıcı bir hezimetle neticelendi. 2003 yılında başlayan Irak işgali, diktatör dedikleri Saddam Hüseyin'in döneminin mumla arandığı, geride milyonlarca ölü ve yaralı ile enkaza dönüşmüş devasa bir ülke, açlık sınırında yaşamak zorunda kalan masum bir halk, maskeli Batı'nın acımasız ve vahşi yüzünü gösteren, dünya savaş tarihinin en kanlı sayfalarından birini kayda geçiren korkunç bir tecrübe olarak sonuçlandı.
Afganistan ve Irak işgalleri sırasında istilacı ülkelerle işbirliği yapmış olan bazı yerliler, kendilerini kullanan ülkeler tarafından sahipsiz ve yüzüstü bırakılarak terk edildiler. İşgalcilerin uçaklarında kaçış için oturacak koltuk bulamayan işbirlikçi ajanlar, işgalcilerin tekerlerine ve kanatlarına tutundukları nakliye uçakları havalanırken yere çakılarak son nefeslerini verdiler.
ABD, Avrupa ve Rusya tarafından Libya'da desteklenen General Halife Hafter, çok sayıda ülkenin yoğun desteklerine rağmen mücadeleyi kaybetti. Venezuela'da Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'nın desteğine güvenerek halkın seçtiği meşru hükümete karşı başkaldıran ve işbirlikçi olarak hizmet ettiği için onlarca Batılı ülke tarafından devlet başkanı sıfatıyla tanınmış olan Guaido da yukarıdaki diğer örneklerde olduğu gibi başarısız oldu ve destekçi ülkeler tarafından yüzüstü bırakıldı.
Avrupa ve ABD'nin desteğiyle Rusya'nın himayesinde, Azerbaycan ve Türkiye'ye yıllardır meydan okuma cüretini gösteren ve yaklaşık 30 yıl süreyle Azerbaycan topraklarının bir kısmını işgal altında tutan Ermenistan da ibretlik bir ders aldı. Türkiye destekli Azerbaycan operasyonu ile karşı karşıya kalan Erivan yönetimi, yıllardır kendisine cesaret ve coşku veren devletlerin hiçbirini arkasında göremedi ve kaybetti.
Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı dostlarının dolduruşuna gelerek çevredeki İslam ülkeleri ve Türkiye'ye karşı hasmane politikalar takip eden, Filistinli Müslümanları yok sayan işgalci İsrail, bölgede ve dünyada olup bitenleri doğru okumaya başladı. Türkiye'ye başkaldırmanın, düşmanlık etmenin bedelinin ağır olacağını anlayarak dönüp dolaşıp Ankara'nın kapısını çaldı.
Bu konuda dramatik bir tecrübeyi Ukrayna yönetimi yaşadı. Rusya korkusuyla NATO şemsiyesine yani ABD ve Avrupa'nın kanatlarının altına sığınmaya çalışan yani Batı'nın yüksek perdeden sözlü desteğine güvenen Kiev yönetimi, ülkesinin coğrafi olarak paramparça olmasına, şehirlerinin enkaza dönüşmesine, halkının da perişan yığınlar haline dönüşmesine zemin hazırladı. Ukrayna'ya sahip çıkacaklarını söyleyen ABD ve Avrupa devletleri, Ukrayna ordusuna silah satıp hükümete coşku vermekten başka bir şey yapmadı. Şimdilerde Ukrayna halkı ve Kiev yönetimi acı kaderleriyle baş başalar… Savaşın başından beri Rusya'ya karşı mücadele etmeleri için Ukrayna'ya akıl, cesaret ve coşku veren ülkeler, şimdilerde savaşın durdurulabilmesi için Ukrayna'nın Rusya’ya toprak vermesini telkin etmeye başladılar. ABD Başkanı Joe Biden, "Bir taviz verilmesi gerekiyor. Barış için Ukrayna’nın toprak konusunda taviz verip masaya oturması gerekebilir" dedi. Yani halk tabiriyle Ukrayna halkı satışa geldi. Ukrayna, Rusya’nın haksız saldırılarında yem edildi.
Peki ABD ve Avrupa neden böyle bir politika takip ediyor? Üretim, teknoloji ve ekonomi olarak gelişmesini ilerletmiş olan bu devletler, zenginliğin verdiği rehavet ve ahlaki zafiyetler neticesinde meydana gelen toplumsal yozlaşma sebepleriyle riskli mücadelelere girme kabiliyetini kaybetmiş durumdalar. Bugüne kadar hasımlarına karşı kullandıkları taşeron örgütler, yapılar ve kurumlar ya deşifre olmuş ya da her yerde kaybetmiş vaziyette. Bu sebeple Batı dünyası, kendi ordularıyla savaşacak durumda olmadıklarından dolayı doğrudan savaş yerine değişik yollar denemektedir.
Avrupa ve ABD'nin Ukrayna'ya olan desteği, Ukrayna halkını Rus istilasından kurtarmak ve korumak için değil, rakip gördükleri Rusya’yı Batılı devletlere taviz verinceye kadar belli bir seviyede zayıflatmak ve Moskova'yı kontrol altında tutmak içindir. Rusya, Batı'nın hedeflediği zayıflık derecesine ininceye kadar Avrupa ve ABD'nin Ukrayna'ya desteği sürebilir. Ama Rusya tavizkar bir noktaya gelince Batılı ülkeler, Ukrayna halkını hiç düşünmeden Moskova ile anlaşmayı tercih edeceklerdir. Bu arada Kiev yönetimi, ülkesinin parçalanması, halkanın zavallı duruma düşmesiyle yani kendi kaderiyle başbaşa kalacaktır. Çünkü yukarıdaki örneklerde de sıraladığımız gibi yakın tarihte yaşanan örnekler açıkça bu durumu göstermektedir.
ABD ve Avrupa, rakip ve hasım gördüğü Rusya'ya karşı, Ukrayna’yı kullanarak onu terbiye etmeyi planlamaktadır. Yine rakip gördükleri Çin'i de Uygur Türkleri ve Tayvan yönetimini kullanarak te’dib etmeyi tercih ediyor. Bosna-Hersek'te, Afganistan'da, Irak'ta, Filistin'de, Mısır'da, Libya'da, Myanmar'da milyonlarca Müslümanı bizzat öldüren, sığınmacı hale getiren, ya bunu yapanları destekleyen veyahut bunlara sessiz kalan ABD ve Avrupa ülkelerinin, sadece Uygur Türklerini çok seviyor olmalarını düşünmek son derece saflık olacaktır. Bunları ifade ederken Çin hükümetinin, Uygur Müslümanlarına yönelik politikalarını meşru görmemizin mümkün olmadığını kayda geçirmek gerekir.
Avrupa ve ABD'nin Yunanistan “sevgisine” gelince… Umut edilir ki Yunanistan yukarıda sıralanan örneklerden ibret alsın ve ders çıkarsın. Tıpkı Ukrayna'nın, Rusya'yı zayıflatmak için kullanılması, Uygur Türkleri ve Tayvan'ın, Çin’i dizginlemek için desteklenmesi gibi Yunanistan da son yıllarda giderek dünyada güç kazanan ve meydan okumaları ile Batı'yı tedirgin eden Türkiye'ye karşı bir koçbaşı olarak kullanılmak istenmektedir. Yunanistan'ın Hava, kara ve denizde silahlanması için verilen destek, Amerikan Kongresi’nde Miçotakis’in konuşturulması ila oluşturulan coşkulu atmosfer ile Atina’daki siyasetçilerin gaza getirilmesi, Batı'nın, Yunanistan devletini ve Yunan halkını seviyor olmasından kaynaklanmıyor. Türk devletini istikrarsızlaştırmak ve zayıflatmak için elverişli bir aparat olacağı zannından ve hayalinden kaynaklanıyor.
İmparatorluk varisi olan Türkiye'yi sınırlandırma ve kontrol altında tutmak için yakın tarihte çeşitli suni ve Batı destekli proje devletler ihdas edilmiştir. Bunlar, Türkiye'nin doğusunda Ermenistan, güneyinde Kıbrıs Rumları ve İsrail, Batı'da ise Yunanistan’dır. Bu devletler, Batılı ülkelerin desteği olmadan ayakta kalması ve yaşaması mümkün olmayan bir bakıma karakol devletlerdir. Ama tarihi süreç ve gelinen nokta itibarıyla bu devletleri oluşturan güçlerin, bunları daha uzun süre ayakta tutma ve kullanma imkan ve kabiliyetleri kalmamıştır. Bu sahte ülkelerin, o topraklar üzerinde yaşayan halklarına mutlu bir gelecek bırakmak için Türkiye ile ve diğer bölge ülkeleriyle anlaşmak ve iyi geçirmekten başka çareleri olmadığının anlaşılması gerekir.
Ermenistan ve İsrail yönetimlerinin bu realiteyi anladıkları ve kendilerine yeni bir rota belirlemeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Kıbrıs Rumları ve Yunanistan'ın nasıl bir yol seçeceklerini ise zaman gösterecektir. Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in, Ankara'yı ziyaretindeki müspet havadan sonra Washington’a gitmesiyle durumun tersine dönmesi, Amerikan yönetiminin, Türkiye'ye karşı kışkırtmalarının etkisinde kaldığını göstermektedir. Umulur ki Atina, ABD ve Avrupalı “dostlarının” Yunanistan'ı ne kadar çok sevdiğini test ederek görmek ve anlamak zorunda kalmaz. Eğer Atina, gerçeği görmek istiyorsa Erivan ve Kiev yönetimleriyle kısa bir istişare etmesinin yararlı olacağını hatırlatmak gerekir.
Atina yönetiminin bu hırçın, muhteris ve şımarık politikalarına destek veren Yunan vatandaşlarına ise şu hakikati hatırlatmakta fayda vardır. Olmasını hiç arzu etmeyeceğimiz muhtemel bir Yunanistan-Türkiye savaşında hiç bir ABD, İngiliz, Fransız, Alman, Hollanda, Belçika ve diğer ülke vatandaşlarının Yunanistan'ı kurtarmak için ölümü göze almayacaklarını ve sayılan ülkelerin silah satmak ve Atina'ya coşku vermekten öte bir fayda sağlamayacaklarını bilmeleri tavsiye edilir.
Atina yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar, Avrupa'nın öte yanındaki bazı devletler ve okyanusun diğer ucundaki yani on bin kilometre uzaktaki ABD’ye güvenerek huzurlu yaşayamayacaklarını, geçmişte yüzlerce yıl birlikte yaşama tecrübesi olan Türkiye ile işbirliği ve dostane ilişkiler geliştirerek huzurlu olabileceklerini ve güven içerisinde yaşayabilecekleri anlamaları gerekir.
Yunanistan’ı gereksiz bir savaşa sürükleyecek hayalci ve kışkırtıcı politikalar, Yunan halkına dayanılmaz bir acı ve peşin bir yenilgiden başka bir şey sağlamayacaktır.
Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.